İngilizce'de Sık Kullanılan Deyimler

İngilizcede de deyimler günlük hayatta oldukça sık kullanılmakta. Ancak gramer konularını, tensleri, bağlaçları, kavramları öğrenirken çoğu kez deyimler konusu göz ardı edilebiliyor. Üstelik çok sık kullanılmasına rağmen. Oysa ki İngilizce deyimler, bir konuşma veya karşılıklı gerçekleşen bir diyalog esnasında işinizi fazlasıyla kolaylaştırabilir. Hem derdinizi daha rahat anlatmanıza hem de karşı tarafı çok daha kolay ve net olarak anlayabilmenize yardımcı olabilir.

İngilizce'de Sık Kullanılan Deyimler
17 Aralık 2020 - 21:56
O hâlde İngilizcede en sık karşılaşılan deyimler neler, anlamları ile birlikte inceleyelim.

A hard nut to crack: (çetin ceviz) uğraşılması zor kişi için kullanılır.
A perfect storm: (mükemmel fırtına) olabilecek en kötü durum anlamında kullanılır.
A piece of cake: (çocuk oyuncağı) ‘kolay lokma’ bir işin basit olduğunu ifade eder.
A storm in a teacup: (küçük bir sorunu abartmak, büyütmek) ‘bir çay bardağında fırtına’ Türkçede ‘bir bardak suda fırtına koparmak’ olarak kullanılır.
Actions speak louder than words: (lafla peynir gemisi yürümez) ‘eylemler, sözden daha yüksek sesle konuşur’
As cold as stone: (buz gibi soğuk) ‘taş kadar soğuk’
As right as rain: (tamamen doğru, haklı) ‘yağmur gibi gerçek’
Barking up the wrong tree: (çözüm için yanlış yere bakmak) ‘yanlış ağaca havlamak’ çareyi yanlış yerlerde aramayı ifade eder.
Better late than never: (geç olsun güç olmasın) ‘Asla olmamasındansa geç olması iyidir’ anlamındadır.
Between a rock and a hard place: (iki arada bir derede kalmak) ikilemde kalma durumu.
Born with a silver spoon in one’s mouth: (ağzında gümüş kaşıkla doğmak) doğuştan zengin, varlıklı, şanslı olmak.
Break the bank: (el yakmak) ‘banka kırmak’ bir şeyin çok pahalı olması.
Break the ice: (havayı yumuşatmak) ‘buzları kırmak, yok etmek’ anlamındadır. İlk defa karşılaşan iki insanın arasındaki gerginliği azaltmak ve birbirlerine yakın hissetmeleri için kullanılır.
Burn bridges: (köprüleri yıkmak) ‘iki kişi arasındaki bağın kopması’
Calm before the storm: (fırtına öncesi sessizlik)
Chasing rainbows: (hayal peşinde koşmak) ‘gökkuşağı kovalamak’ olmayacak işleri kovalamak, gerçekleşmesi zor olaylar için uğraşmak.
Come rain or come shine: (ne olursa olsun) ‘yağmurda yağsa, güneş de açsa’
Comparing apples to oranges: (karşılaştırması doğru olmayan iki şeyin kıyaslanması) ‘elmalarla portakalların karışması’
Cool as a cucumber: (sakin ve soğukkanlı olmak) tek tek çevirdiğinizde bir salatalık kadar serin anlamına gelir:)
Costs an arm and a leg: (pahalıya mal olmak) ‘bir kol ve bir bacağa mal oldu’
Cut the mustard: (iyi iş çıkarmak) ‘hardalı kesmek’
Cut to the chase: (sadede gelmek) konuşmayı kısa kesmek, asıl anlatılmak isteneni bir an önce anlatmak.
Don’t beat a dead horse: (boşa kürek çekmek) ‘ölü bir atı yenme!’
Eat like a bird: (kuş kadar yemek) kuş gibi az yemek anlamındadır.
Elephant in the room: (gün gibi ortada) ‘odadaki fil’ olarak tercüme edilse de, ‘görmezden gelinip hakkında konuşulmayan aşikar bir sorun’ anlamına gelir. Herkesin bildiği ama kimsenin konuşmadığı görmezden gelinen bir konu için kullanılır.
Every cloud has a silver lining: (her işte bir hayır vardır) ‘her bulutun gümüş bir kaplaması vardır’
Fit as a fiddle: (sağlam, sağlıklı olmak) ‘turp gibi formda’
Get a second wind: (soluklanmak) ‘ikinci bir rüzgar almak’
Give a run for one’s money: (kök söktürmek) iyi mücadele etmek, kazanmak için elinden gelenin en iyisini yapmak.
Give someone the cold shoulder: (birini önemsememek) ‘birine soğuk omuz vermek’
Go with the flow: (olayları akışına bırakmak)
Hang in there: (dişini sıkmak) vazgeçmemek
Haste makes waste: (acele işe şeytan karışır) çevrimi ‘acele ziyan yapar’ dır.
Have a memory like an elephant: (fil hafızasına sahip olmak)
Have sticky fingers: (eli uzun olmak) çalmak, hırsızlık yapmak.
Hit the books: (ineklemek) ‘kitaplara vurmak’ diye çevrilen çok çalışmak anlamında bir sözdür.
Hit the roof: (tepesi atmak) tercümesi, ‘çatıya çarpmak’ olan sinirden tepesi atmak, çok kızmak anlamında kullanılan söz.
Hit the sack: (kafayı vurup yatmak) ‘bir çuvala vurmak’ olarak tercüme edilir, kafayı vurup yatmak ve uyumak manasındadır.
Hot under the collar: (küplere binmek) çok sinirlenmek.
In the red: (borca girmek) borç içinde olmak.
Leave no stone unturned: (aranmadık yer bırakmamak) her taşın altına bakmak anlamına gelir.
Let the cat out of the bag: (bir sırrı ortaya çıkarmak) ‘çantadaki kediyi salmak’
Like two peas in a pod: (ayrılmaz, sürekli yanyana olmak) ‘bir kapsüldeki iki bezelye’ olarak çevrilir, Türkçede ‘bir elmanın iki yarısı’ manasına gelir.
Living hand to mouth: (ucu ucuna geçinmek) çok para olmadan, kıtı kıtına geçinme hâli.
Look like a million: (harika görünmek) ‘bir milyon gibi görünmek’
Lose your touch: (eskisi kadar iyi olmamak) ‘kontağı kaybetmek’
Make a mountain out of a molehill: (pireyi deve yapmak) bir şeyi abartmak, büyütmek.
Make ends meet: (kıt kanaat geçinmek) sadece temel ihtiyaçları karşılayabilme hâli. ‘sonları buluşturmak’
Neck and neck: (başa baş gitmek) aynı düzeyde olmak.
Old hat: (modası geçmiş)
On cloud nine: (mutluluğun doruklarında) çok sevinçli olmak
On the ball: (hazırlıklı olmak, işini bilmek) ‘topun üzerinde olmak’
On thin ice: (kötü bir olayın olmak üzere olması) ‘ince buz üstünde’
Once in a blue moon: (ayda yılda bir) ‘her mavi ay olduğunda’ bir şeyin çok nadir gerçekleştiğini anlatırken.
Pull someone’s leg: (birini işletmek, kandırmak) şaka yoluyla birini kandırmak.
Put one’s foot in it: birini istemeden utandırmak
Raining cats and dogs: (bardaktan boşanırcasına yağmur yağması) ‘kedi köpek yağıyor’ yağmurun şiddetini anlatırken kullanılır.
Ring a bell: (bir şeyler çağrıştırmak) ‘zil çalmak’ bir yerden anımsamak anlamındadır.
Saving for a rainy day: (kötü günler için birikim yapmak)
Sell ice to Eskimos: (tereciye tere satmak) ‘Eskimo’ya buz satmak’
Shape up or ship out: (daha iyisini yap ya da git) Türkçede ‘ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin’ olarak kullanılır.
Speak of the devil: (iti an çomağı hazırla) çevrimi ‘şeytanın konuşması’ olan, sevilmeyen birinin bahsi geçerken konuşmanın üzerine gelmesi durumu.
Spill the beans: (baklayı ağzından çıkarmak) ‘sırları anlatmak’
Stab someone in the back: (birini sırtından bıçaklamak) birinin güvenini kaybetmek, ona ihanet etmek.
Talk like a blue streak: (konuşkan olmak)
To be closefisted: (eli sıkı olmak) cimri olmak.
Twist someone’s arm: (ağzından girip burnundan çıkmak) kelime anlamı, ‘birinin kolunu ters çevirmek’ dir. Ancak bir kişiyi ne yapıp edip ikna etmek manasına gelir.
Up in the air: (askıda kalmak, havada kalmak) bir şeyin belirsiz oluşu.
Weather a storm: (badire atlatmak) zorlukların üstesinden gelmek, hakkından gelmek.
When it rains, it pours: (aksilikler üst üste gelir) Birden fazla kötü olayın arka arkaya gelmesi durumu. “Yağmur yağdığında dökülür” anlamına gelir.
When pigs fly: Çevirisi ‘domuzlar uçtuğunda’ olan, bir olayın gerçekleşmesinin ne kadar imkânsız olduğundan bahsetmek için kullanılan kalıp.
Work like a charm: (tıkır tıkır çalışmak)
Work like a horse: (at gibi çalışmak) çok çalışmak, Türkçede ‘eşek gibi’ ile aynı anlamdadır.
When pig's fly - Balık kavaga Çıkınca
So far, so good Buraya kadar iyi
Pain in the ass:) Zor çetrefilli iş
Ones bitten twice shy: Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. 
Have you lost your marbles ? Kafayı mi yedin?
Too good to be true; Gerçek olmayacak kadar iyi
 

YORUMLAR

  • 0 Yorum

https://www.alexa.com/siteinfo/abdpost.com