Kore'de Esir Düşen 244 Türk'ün Öyküsü
Deniz Demirdağ, Kore Savaşı’nda esir edilen 244 Türk esirin hikâyesini anlatan “Ben Türk” kitabı üzerine yazarı Aynur Onur Çiftci ile bir röportaj gerçekleştirdi.
19 Nisan 2020 - 07:52
Kore Savaşı süresince Kuzey Kore ve Çin kuvvetleri tarafından esir edilen 244 Türk esirin hikâyesini anlatan “Ben Türk” kitabının yazarı askerî antropolog Aynur Onur Çiftci ile 244 Türk esirini, onların esaret hayatlarını, kamplarda nasıl hayata tutunduklarını ve düşmanın komünist propagandasına nasıl mukavemet gösterdikleri ile ilgili detaylı bir sohbet gerçekleştirdik.
Bize biraz Aynur Onur Çiftci’yi anlatabilir misiniz?
Subay bir babanın ve ev hanımı bir annenin iki çocuğundan ilki olarak dünyaya geldim. ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra Fulbright Bursu’na hak kazanarak ABD’de Indiana Üniversitesi’nde Sosyo-Kültürel Antropoloji alanında yüksek lisans ve doktora yaptım. Aynı üniversitede dört yıl boyunca savaş, şiddet ve toplumsal cinsiyet konularında çeşitli dersler verdim. Üç yıla yakın bir süre Türkiye’nin Doğu ve Batı bölgelerinde erkek ve kadın askerî personel ile katılımcı gözlemciliğe ve sözlü mülakatlara dayalı araştırma yürüttüm. Son olarak, Kore Savaşı’nda komünist kuvvetlere esir olan Türk askerlerin esaret hayatlarını araştırmaya yöneldim. Yaklaşık iki buçuk yıllık yoğun bir çalışmanın ardından Kore’deki Türk esirlerin hikâyelerini ele alan “Ben Türk” adlı kitabım bu ay Timaş Yayınları tarafından neşredildi.
HumRRO’nun Amerikan Kara Kuvvetleri ve Türk esirleri hakkında yaptığı çalışmalar ABD Ordusu’nun bugün hâlâ kullanmakta olduğu “ABD Muharip Kuvvetleri İçin Davranış İlkeleri Rehberi”nin şekillenmesinde ve “Hayatı İdame, Sorguya Mukavemet, Kaçma ve Kurtulma” eğitiminin oluşturulmasında önemli rol oynadı. “Ben Türk”, Kore Savaşı süresince Kuzey Kore ve Çin kuvvetleri tarafından alıkonan 244 Türk esirin hikâyesini anlatıyor. Böyle bir çalışmayı oluşturma fikri nasıl oluştu?
2017 baharında eşim Erhan Çiftci ile Maryland’deki ABD Millî Arşiv ve Kayıtlar İdaresi’ne gittik. Burada yaptığımız arşiv çalışması sırasında Amerikan Kara Kuvvetleri’nin emri ile George Washington Üniversitesi’nin Psikolojik Savaş Birimi’ne bağlı İnsan Kaynakları Araştırma Ofisi (HumRRO) tarafından hazırlanmış, Kore Savaşı’nda esir olan Türk askerlerin esaret hayatlarını mercek altına alan bir rapor bulduk. Amerikan Kara Kuvvetleri’nin Türk esirler ile ilgilenmesinin nedeni Kuzey Kore’deki esir kamplarında en başarılı esaret performansını gösteren grup olmalarıydı.
HumRRO’nun raporu ABD Ordusu’nun 1955 yılında yayınladığı ve günümüzde kullandığı “Muharip Kuvvetler için Davranış İlkeleri Rehberi”ne emsal teşkil etti ve daha sonra “Hayatı İdame, Sorguya Mukavemet, Kaçma ve Kurtulma” eğitiminin şekillenmesinde rol oynadı. Kore’deki Türk esirler 1950’li ve 60’lı yıllarda Amerikan ordusunda, basınında ve akademisinde büyük tartışmalar yaratmıştı. Fakat Türk kamuoyu bu konu hakkında çok az bilgiye sahipti. Bu nedenle, Kore’deki Türk esirlerin başarı hikâyesini Türkiye ve ötesinde anlatmayı kendime görev edindim.
Kitabın yazım sürecinde ne gibi ön çalışmalar yapıldı? Bu süreç nasıl gelişme gösterdi? Çalışmalarınız sırasında sizi en çok zorlayan konu ne oldu?
Öncelikli olarak, Kore’de esir düşen Türk askerin esaret performansının hangi gruplara kıyasla ve ne gibi kriterlere göre “Üstün” olarak tanımlandığını anlamam gerekiyordu. Bunun için Amerikan, İngiliz ve Türk arşivlerinde askerî ve siyasi otoriteler tarafından hazırlanmış, konuya ilişkin resmî ve yarı-resmî rapor ve belgeleri (örneğin; askeri istihbarat şifreleri ve yazışmaları, kongre ve meclis tutanakları, askerî ve sivil uzmanlar-akademisyenler tarafından halka açık veya kapalı şekilde hazırlanmış raporları) tespit ederek Birleşmiş Milletler esirleri arasındaki ölüm, düşmanla iş birliği ve düşmana iltica oranlarını mukayeseli olarak inceledim.
Akabinde sıra Türk esirlerin esaret hayatlarını daha detaylı şekilde araştırmaya geldi. Kore Savaşı’nın ardından özgürlüklerine kavuşan Türk esirler Amerikan askerî istihbaratı tarafından sorguya alınmışlardı. HumRRO’nun Türk esirler hakkında hazırladığı rapor Amerikan askerî istihbaratı tarafından oluşturulan sorgu dosyalarına dayanıyordu. Öncelikli olarak, erişebildiğim 90 kadar Türk esirin dosyalarını tek tek inceledim ve içlerindeki zengin bilgi sayesinde esir düştükleri andan özgür kaldıkları güne kadar yaşadıkları esaret hayatını detaylı şekilde kaleme aldım. Kitabın araştırma aşamasında beni en çok zorlayan husus, Türkiye’de konuya ilişkin askerî belgelere erişimin kısıtlı olmasıydı. Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Daire Başkanlığı Arşivi’nde (ATASE) bulunan Kore Savaşı ile ilgili belgeler yakın zamanda araştırmacılara açıldı. Fakat buna rağmen, ihtiyacım olan materyale ulaşmam pek de kolay olmadı.
Hangi kaynaklardan ve kimlerden yararlandınız? Bu kaynaklara ve kişilere ulaşmak kolay oldu mu?
Daha önce bahsettiğim resmî kurum ve kaynakların dışında, Kore’de esir olan bazı askerlerimizden ve yakınlarından istifade etme fırsatı buldum. Gerek çok sayıda esirlerimizin hayatta olması gerekse esir ailelerinin birbirleri ile ilişki halinde bulunmamaları nedeniyle onlara ulaşmak kolay olmadı. Fakat ulaşabildiğim herkes bana fazlasıyla yardımda bulundu. Bu vesileyle kendilerine bir kez daha teşekkür ederim.
Bu eser üzerine yaptığınız çalışmalar süresince karşılaştığınız en ilginç bilgi neydi? Araştırmalarınız sırasında bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış bilgilere ulaştığınız oldu mu?
Çalışmam boyunca gerçekten pek çok ilginç hususla karşılaştım. Fakat bunlar arasında en ilgincini seçmek gerçekten hiç de kolay değil. Bununla beraber, subaylar ile erbaş ve erler bir zamandan sonra ayrı kamplara gönderildikleri için her iki gruptan da birer ilginç örneği sizinle paylaşmak isterim. İlk olarak, 22-23 Nisan 1951 Muharebeleri’nde esir düşen Konyalı Üsteğmen Ali Büyükkirişçi’nin yaklaşık 6 ay boyunca er rolü yaparak subaylardan ayrılan erbaş ve erlerimize liderlik etmesi beni çok etkiledi. Keza erbaş ve erlerimiz arasında Adanalı Er Kerim Ergün’ün Çinlilere sürekli mukavemet göstermesi ve kendisine uygulanan her türlü yaptırıma rağmen geri adım atmayarak bir yerden sonra Çinlileri pes ettirmesi ve bunun sonucunda Çinliler tarafından “Bir Numaralı Bela” olarak adlandırılması yine araştırmam boyunca karşılaştığım en ilginç detaylardan biriydi.
Kitabınızda Kore Savaşı’nda esir düşen Amerikan Kara Kuvvetleri askerlerinin yaklaşık yarısının esir kamplarında hayatlarını kaybettikleri, %15’inin ise düşman ile iş birliği yaptığı bilgisi mevcut. Ancak onlarla aynı koşullarda yaşayan 244 Türk esirden bir iki istisna haricinde düşman ile iş birliği yapan kimsenin olmaması ve kalıcı kamplarda tek bir kayıp dahi verilmemiş olunması durumunu siz nasıl yorumluyorsunuz? Türk esirlerin esaret davranışlarının yakından incelendiğinde çıkan sonuçlar bizlere neyi gösteriyor?
Sizin de vurguladığınız gibi Kore’de esir olan Türk ve Amerikalı askerlerin esaret performansları arasında göz ardı edilemeyecek bir fark var. Amerikan ordusu, basını ve akademisi bu iki esir grubunun esaret performansları ile geldikleri toplumların yaşam tarzları ve kültürleri arasında bir ilişki olup olmadığını uzun yıllar tartıştı. Bu yönde bir ilişki olduğu iddiasını destekleyenler arasında yer aldığımı söyleyebilirim. Konuyu biraz açmak gerekirse, HumRRO raporunun bulgularına göre Türk esirlerin (Amerikalı esirlere kıyasla) başarılı bir esaret performansı göstermeleri onların üstün hayatı idame yeteneklerine sahip olmalarına ve aralarında güçlü bir “Espirit de corps” yani “Birlik ruhu” inşa etmelerine dayanıyordu. Bazı Amerikalı askerî ve sivil uzmanlar HumRRO’nun Türk esirlerin üstün hayatı idame yeteneklerine sahip olduklarına yönelik bulgusunu tahrif ederek Türk esirlerin elit ve profesyonel muharip askerler oldukları gibi asılsız bir iddiayı bugüne kadar taşıdılar. Fakat 244 Türk esirden 6’sı subay, 3’ü astsubay ve 235’i vatani görevlerini yerine getiren erbaş ve erlerden oluşuyordu. Bu nedenle de gösterdikleri başarı askerî eğitimden çok yetişme tarzlarıyla açıklanabilir.
Yaşları 21-35 arasında değişen Türk esirlerin çoğu Anadolu kökenli, yokluk ve yoksullukla yoğrulmuş, azla yetinmeyi ve yoktan var etmeyi bilen, büyüğe itaatin ve imecenin idealize edildiği fertçi değil cemiyetçi eğilimi olan bir toplumda doğup büyüyen genç erkeklerdi. Bu sayede grup içinde emir-komuta zincirini büyük oranda koruyabilmiş ve güçlü bir grup aidiyeti oluşturabilmişlerdi. Örneğin, esir kaplarında rütbe tanınmamasına rağmen Türk esirlerin düşmanla iş birliği yapan iki silah arkadaşlarını (Bir çavuş ve bir eri) ağır şekilde darp ederek esaretlerinin sonuna kadar göz hapsinde tutmuş olmalarının bir çeşit mahalle baskısı olduğunu söyleyebiliriz.
Öte yandan, gerek Amerikalı esirlerin gerekse İngiliz esirlerin sorgu tutanaklarında yer alan bilgilere göre, Amerikalı esirler arasındaki ölüm ve düşmanla iş birliği oranlarının bu denli yüksek olmasının nedeni esaret altında bireyci ve maddiyatçı davranışlar sergilemiş olmalarıydı. Amerikalı esir tabiplerin verdikleri ifadeler esir kamplarında bazı Amerikalı subayların komutayı ele almadığını, çok sayıda alt rütbelinin subayları tarafından verilen emirlere itaat etmediklerini, hatta beyaz ve siyahi Amerikalılar arasında şiddet olaylarının yaşandığını gösteriyor.
Çalışmalarınız süresince Türk esirlerin dosyalarını da tek tek incelediniz. Bu incelemeler sonucunda Türk esirlerle ilgili vardığınız ortak fikir neydi?
Öncelikle, Türk esirlerin dosyalarını tek tek inceledikten sonra HumRRO’nun bu dosyalardaki bilgileri kendi süzgecinden geçirerek raporladığını fark ettim. Benim çok önemli ve değerli bulduğum bazı bilgiler ve detaylar HumRRO raporunda yer almıyor. Örneğin, HumRRO raporundaki bir iddiaya göre, esir kamplarında Türkçe konuşan “Yeterli” eğitmen olmadığı için Türk esirler güçlü bir komünist endoktrinasyona maruz kalmamışlardı. Fakat Türk esirlerin dosyalarında anadillerinde verilen zorunlu komünizm dersleri ve Türkçe konuşan eğitmenler hakkında detaylı bilgi yer alıyor. Yarısından fazlası okuma-yazma dahi bilmeyen Türk esirlerin dillerini ve tarihlerini bilen uzmanlar tarafından verilen siyasi endoktrinasyona gösterdikleri güçlü mukavemet gerçekten etkileyici.
Kore’deki Türk esirler konusunu ele alan kaynaklar çok kısıtlı. Bunun temel sebepleri nelerdir? Bu konunun Türkiye’de hak ettiği değeri gördüğünü düşünüyor musunuz?
Türkiye’de bu konuyu ele alan güvenilir kaynakların sınırlı olmasının başlıca sebebi Türk Genelkurmayı’na bağlı ATASE’deki Kore Savaşı’na ilişkin belgelerin ancak çok kısa süre önce araştırmacılara açılması ve erişim sağlanan belgelerin ise oldukça kısıtlı olmasıdır. Ayrıca, 244 Türk esirimizin yarısından çoğunun okuma-yazma bilmiyor olması nedeniyle esirlerimizden çok azı esaret hatıralarını kaleme almış, yine bunlardan ancak birkaçı günümüze kadar korunabilmiştir. Bunlara ek olarak, esaretin bir asker/ erkek için utanç verici bir deneyim olduğu gibi yanlış bir görüş mevcut. Bugüne kadar konunun hak ettiği değeri görmemiş olması bu nedenlerden ileri gelmektedir. Bu anlamda, “Ben Türk”ün bu alanda yapılacak çalışmalara bir kapı aralamasını ümit ediyorum.
“Ben Türk” kitap çalışmanızın bir film senaryosuna uyarlanması fikrine sıcak bakıyor musunuz?
En başından beri Kore’deki Türk esirlerin hikâyesine gönülden inandığım için bu hikâyenin Türkiye ve ötesinde olabildiğince geniş bir kitleye ulaşmasını amaçlıyorum. Bu anlamda, kitabın dayandığı belge ve bilgilere sadık kalınması koşuluyla Kore’deki Türk esirlerin hikâyesinin belgesel veya film yapılmasından büyük bir mutluluk duyarım.
En takdir ettiğiniz, sizi derinden etkileyen yazar veya yazarlar kimlerdir?
Orhan Kemal’in kaleminden çıkan her şeyi büyük bir zevkle okuyorum. Ayrıca, toplumsal olaylara farklı bir bakış açısı sağlaması sebebiyle Fakir Baykurt’un hikâyeleri ve romanları da bana hitap ediyor.
Son zamanlarda okuduğunuz ve beğendiğiniz birkaç kitap ismi verebilir misiniz?
En son Orhan Kemal’in Eskici ve Bereketli Topraklar Üzerinde adlı eserlerini tekrar okudum. Bana göre ikisi de Orhan Kemal’in ustalığının zirvesini gösteren başyapıtlardır. Bunlara ek olarak Ahmet Ümit’in Sis ve Gece adlı romanını okudum ve beğendim.
Bir başucu kitabınız var mı?
Tek bir başucu kitabından bahsetmem zor ama bir başucu kitaplığım var. Bu kitaplıkta Rus edebiyatı klasiklerim, Orhan Kemal romanlarım ve polisiye-cinai romanlarım yer alıyor.
Son olarak yeni projelerinizle ilgili buradan okuyucularınıza bir müjde verebilecek miyiz?
“Ben Türk”ten sonra şu an araştırma aşamasında olan bir iki yeni kitap projem var. Fakat onlar da sürpriz olsun.
Kaynak: Dünya Bizim
Bize biraz Aynur Onur Çiftci’yi anlatabilir misiniz?
Subay bir babanın ve ev hanımı bir annenin iki çocuğundan ilki olarak dünyaya geldim. ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra Fulbright Bursu’na hak kazanarak ABD’de Indiana Üniversitesi’nde Sosyo-Kültürel Antropoloji alanında yüksek lisans ve doktora yaptım. Aynı üniversitede dört yıl boyunca savaş, şiddet ve toplumsal cinsiyet konularında çeşitli dersler verdim. Üç yıla yakın bir süre Türkiye’nin Doğu ve Batı bölgelerinde erkek ve kadın askerî personel ile katılımcı gözlemciliğe ve sözlü mülakatlara dayalı araştırma yürüttüm. Son olarak, Kore Savaşı’nda komünist kuvvetlere esir olan Türk askerlerin esaret hayatlarını araştırmaya yöneldim. Yaklaşık iki buçuk yıllık yoğun bir çalışmanın ardından Kore’deki Türk esirlerin hikâyelerini ele alan “Ben Türk” adlı kitabım bu ay Timaş Yayınları tarafından neşredildi.
HumRRO’nun Amerikan Kara Kuvvetleri ve Türk esirleri hakkında yaptığı çalışmalar ABD Ordusu’nun bugün hâlâ kullanmakta olduğu “ABD Muharip Kuvvetleri İçin Davranış İlkeleri Rehberi”nin şekillenmesinde ve “Hayatı İdame, Sorguya Mukavemet, Kaçma ve Kurtulma” eğitiminin oluşturulmasında önemli rol oynadı. “Ben Türk”, Kore Savaşı süresince Kuzey Kore ve Çin kuvvetleri tarafından alıkonan 244 Türk esirin hikâyesini anlatıyor. Böyle bir çalışmayı oluşturma fikri nasıl oluştu?
2017 baharında eşim Erhan Çiftci ile Maryland’deki ABD Millî Arşiv ve Kayıtlar İdaresi’ne gittik. Burada yaptığımız arşiv çalışması sırasında Amerikan Kara Kuvvetleri’nin emri ile George Washington Üniversitesi’nin Psikolojik Savaş Birimi’ne bağlı İnsan Kaynakları Araştırma Ofisi (HumRRO) tarafından hazırlanmış, Kore Savaşı’nda esir olan Türk askerlerin esaret hayatlarını mercek altına alan bir rapor bulduk. Amerikan Kara Kuvvetleri’nin Türk esirler ile ilgilenmesinin nedeni Kuzey Kore’deki esir kamplarında en başarılı esaret performansını gösteren grup olmalarıydı.
HumRRO’nun raporu ABD Ordusu’nun 1955 yılında yayınladığı ve günümüzde kullandığı “Muharip Kuvvetler için Davranış İlkeleri Rehberi”ne emsal teşkil etti ve daha sonra “Hayatı İdame, Sorguya Mukavemet, Kaçma ve Kurtulma” eğitiminin şekillenmesinde rol oynadı. Kore’deki Türk esirler 1950’li ve 60’lı yıllarda Amerikan ordusunda, basınında ve akademisinde büyük tartışmalar yaratmıştı. Fakat Türk kamuoyu bu konu hakkında çok az bilgiye sahipti. Bu nedenle, Kore’deki Türk esirlerin başarı hikâyesini Türkiye ve ötesinde anlatmayı kendime görev edindim.
Kitabın yazım sürecinde ne gibi ön çalışmalar yapıldı? Bu süreç nasıl gelişme gösterdi? Çalışmalarınız sırasında sizi en çok zorlayan konu ne oldu?
Öncelikli olarak, Kore’de esir düşen Türk askerin esaret performansının hangi gruplara kıyasla ve ne gibi kriterlere göre “Üstün” olarak tanımlandığını anlamam gerekiyordu. Bunun için Amerikan, İngiliz ve Türk arşivlerinde askerî ve siyasi otoriteler tarafından hazırlanmış, konuya ilişkin resmî ve yarı-resmî rapor ve belgeleri (örneğin; askeri istihbarat şifreleri ve yazışmaları, kongre ve meclis tutanakları, askerî ve sivil uzmanlar-akademisyenler tarafından halka açık veya kapalı şekilde hazırlanmış raporları) tespit ederek Birleşmiş Milletler esirleri arasındaki ölüm, düşmanla iş birliği ve düşmana iltica oranlarını mukayeseli olarak inceledim.
Akabinde sıra Türk esirlerin esaret hayatlarını daha detaylı şekilde araştırmaya geldi. Kore Savaşı’nın ardından özgürlüklerine kavuşan Türk esirler Amerikan askerî istihbaratı tarafından sorguya alınmışlardı. HumRRO’nun Türk esirler hakkında hazırladığı rapor Amerikan askerî istihbaratı tarafından oluşturulan sorgu dosyalarına dayanıyordu. Öncelikli olarak, erişebildiğim 90 kadar Türk esirin dosyalarını tek tek inceledim ve içlerindeki zengin bilgi sayesinde esir düştükleri andan özgür kaldıkları güne kadar yaşadıkları esaret hayatını detaylı şekilde kaleme aldım. Kitabın araştırma aşamasında beni en çok zorlayan husus, Türkiye’de konuya ilişkin askerî belgelere erişimin kısıtlı olmasıydı. Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Daire Başkanlığı Arşivi’nde (ATASE) bulunan Kore Savaşı ile ilgili belgeler yakın zamanda araştırmacılara açıldı. Fakat buna rağmen, ihtiyacım olan materyale ulaşmam pek de kolay olmadı.
Hangi kaynaklardan ve kimlerden yararlandınız? Bu kaynaklara ve kişilere ulaşmak kolay oldu mu?
Daha önce bahsettiğim resmî kurum ve kaynakların dışında, Kore’de esir olan bazı askerlerimizden ve yakınlarından istifade etme fırsatı buldum. Gerek çok sayıda esirlerimizin hayatta olması gerekse esir ailelerinin birbirleri ile ilişki halinde bulunmamaları nedeniyle onlara ulaşmak kolay olmadı. Fakat ulaşabildiğim herkes bana fazlasıyla yardımda bulundu. Bu vesileyle kendilerine bir kez daha teşekkür ederim.
Bu eser üzerine yaptığınız çalışmalar süresince karşılaştığınız en ilginç bilgi neydi? Araştırmalarınız sırasında bugüne kadar gün yüzüne çıkmamış bilgilere ulaştığınız oldu mu?
Çalışmam boyunca gerçekten pek çok ilginç hususla karşılaştım. Fakat bunlar arasında en ilgincini seçmek gerçekten hiç de kolay değil. Bununla beraber, subaylar ile erbaş ve erler bir zamandan sonra ayrı kamplara gönderildikleri için her iki gruptan da birer ilginç örneği sizinle paylaşmak isterim. İlk olarak, 22-23 Nisan 1951 Muharebeleri’nde esir düşen Konyalı Üsteğmen Ali Büyükkirişçi’nin yaklaşık 6 ay boyunca er rolü yaparak subaylardan ayrılan erbaş ve erlerimize liderlik etmesi beni çok etkiledi. Keza erbaş ve erlerimiz arasında Adanalı Er Kerim Ergün’ün Çinlilere sürekli mukavemet göstermesi ve kendisine uygulanan her türlü yaptırıma rağmen geri adım atmayarak bir yerden sonra Çinlileri pes ettirmesi ve bunun sonucunda Çinliler tarafından “Bir Numaralı Bela” olarak adlandırılması yine araştırmam boyunca karşılaştığım en ilginç detaylardan biriydi.
Kitabınızda Kore Savaşı’nda esir düşen Amerikan Kara Kuvvetleri askerlerinin yaklaşık yarısının esir kamplarında hayatlarını kaybettikleri, %15’inin ise düşman ile iş birliği yaptığı bilgisi mevcut. Ancak onlarla aynı koşullarda yaşayan 244 Türk esirden bir iki istisna haricinde düşman ile iş birliği yapan kimsenin olmaması ve kalıcı kamplarda tek bir kayıp dahi verilmemiş olunması durumunu siz nasıl yorumluyorsunuz? Türk esirlerin esaret davranışlarının yakından incelendiğinde çıkan sonuçlar bizlere neyi gösteriyor?
Sizin de vurguladığınız gibi Kore’de esir olan Türk ve Amerikalı askerlerin esaret performansları arasında göz ardı edilemeyecek bir fark var. Amerikan ordusu, basını ve akademisi bu iki esir grubunun esaret performansları ile geldikleri toplumların yaşam tarzları ve kültürleri arasında bir ilişki olup olmadığını uzun yıllar tartıştı. Bu yönde bir ilişki olduğu iddiasını destekleyenler arasında yer aldığımı söyleyebilirim. Konuyu biraz açmak gerekirse, HumRRO raporunun bulgularına göre Türk esirlerin (Amerikalı esirlere kıyasla) başarılı bir esaret performansı göstermeleri onların üstün hayatı idame yeteneklerine sahip olmalarına ve aralarında güçlü bir “Espirit de corps” yani “Birlik ruhu” inşa etmelerine dayanıyordu. Bazı Amerikalı askerî ve sivil uzmanlar HumRRO’nun Türk esirlerin üstün hayatı idame yeteneklerine sahip olduklarına yönelik bulgusunu tahrif ederek Türk esirlerin elit ve profesyonel muharip askerler oldukları gibi asılsız bir iddiayı bugüne kadar taşıdılar. Fakat 244 Türk esirden 6’sı subay, 3’ü astsubay ve 235’i vatani görevlerini yerine getiren erbaş ve erlerden oluşuyordu. Bu nedenle de gösterdikleri başarı askerî eğitimden çok yetişme tarzlarıyla açıklanabilir.
Yaşları 21-35 arasında değişen Türk esirlerin çoğu Anadolu kökenli, yokluk ve yoksullukla yoğrulmuş, azla yetinmeyi ve yoktan var etmeyi bilen, büyüğe itaatin ve imecenin idealize edildiği fertçi değil cemiyetçi eğilimi olan bir toplumda doğup büyüyen genç erkeklerdi. Bu sayede grup içinde emir-komuta zincirini büyük oranda koruyabilmiş ve güçlü bir grup aidiyeti oluşturabilmişlerdi. Örneğin, esir kaplarında rütbe tanınmamasına rağmen Türk esirlerin düşmanla iş birliği yapan iki silah arkadaşlarını (Bir çavuş ve bir eri) ağır şekilde darp ederek esaretlerinin sonuna kadar göz hapsinde tutmuş olmalarının bir çeşit mahalle baskısı olduğunu söyleyebiliriz.
Öte yandan, gerek Amerikalı esirlerin gerekse İngiliz esirlerin sorgu tutanaklarında yer alan bilgilere göre, Amerikalı esirler arasındaki ölüm ve düşmanla iş birliği oranlarının bu denli yüksek olmasının nedeni esaret altında bireyci ve maddiyatçı davranışlar sergilemiş olmalarıydı. Amerikalı esir tabiplerin verdikleri ifadeler esir kamplarında bazı Amerikalı subayların komutayı ele almadığını, çok sayıda alt rütbelinin subayları tarafından verilen emirlere itaat etmediklerini, hatta beyaz ve siyahi Amerikalılar arasında şiddet olaylarının yaşandığını gösteriyor.
Çalışmalarınız süresince Türk esirlerin dosyalarını da tek tek incelediniz. Bu incelemeler sonucunda Türk esirlerle ilgili vardığınız ortak fikir neydi?
Öncelikle, Türk esirlerin dosyalarını tek tek inceledikten sonra HumRRO’nun bu dosyalardaki bilgileri kendi süzgecinden geçirerek raporladığını fark ettim. Benim çok önemli ve değerli bulduğum bazı bilgiler ve detaylar HumRRO raporunda yer almıyor. Örneğin, HumRRO raporundaki bir iddiaya göre, esir kamplarında Türkçe konuşan “Yeterli” eğitmen olmadığı için Türk esirler güçlü bir komünist endoktrinasyona maruz kalmamışlardı. Fakat Türk esirlerin dosyalarında anadillerinde verilen zorunlu komünizm dersleri ve Türkçe konuşan eğitmenler hakkında detaylı bilgi yer alıyor. Yarısından fazlası okuma-yazma dahi bilmeyen Türk esirlerin dillerini ve tarihlerini bilen uzmanlar tarafından verilen siyasi endoktrinasyona gösterdikleri güçlü mukavemet gerçekten etkileyici.
Kore’deki Türk esirler konusunu ele alan kaynaklar çok kısıtlı. Bunun temel sebepleri nelerdir? Bu konunun Türkiye’de hak ettiği değeri gördüğünü düşünüyor musunuz?
Türkiye’de bu konuyu ele alan güvenilir kaynakların sınırlı olmasının başlıca sebebi Türk Genelkurmayı’na bağlı ATASE’deki Kore Savaşı’na ilişkin belgelerin ancak çok kısa süre önce araştırmacılara açılması ve erişim sağlanan belgelerin ise oldukça kısıtlı olmasıdır. Ayrıca, 244 Türk esirimizin yarısından çoğunun okuma-yazma bilmiyor olması nedeniyle esirlerimizden çok azı esaret hatıralarını kaleme almış, yine bunlardan ancak birkaçı günümüze kadar korunabilmiştir. Bunlara ek olarak, esaretin bir asker/ erkek için utanç verici bir deneyim olduğu gibi yanlış bir görüş mevcut. Bugüne kadar konunun hak ettiği değeri görmemiş olması bu nedenlerden ileri gelmektedir. Bu anlamda, “Ben Türk”ün bu alanda yapılacak çalışmalara bir kapı aralamasını ümit ediyorum.
“Ben Türk” kitap çalışmanızın bir film senaryosuna uyarlanması fikrine sıcak bakıyor musunuz?
En başından beri Kore’deki Türk esirlerin hikâyesine gönülden inandığım için bu hikâyenin Türkiye ve ötesinde olabildiğince geniş bir kitleye ulaşmasını amaçlıyorum. Bu anlamda, kitabın dayandığı belge ve bilgilere sadık kalınması koşuluyla Kore’deki Türk esirlerin hikâyesinin belgesel veya film yapılmasından büyük bir mutluluk duyarım.
En takdir ettiğiniz, sizi derinden etkileyen yazar veya yazarlar kimlerdir?
Orhan Kemal’in kaleminden çıkan her şeyi büyük bir zevkle okuyorum. Ayrıca, toplumsal olaylara farklı bir bakış açısı sağlaması sebebiyle Fakir Baykurt’un hikâyeleri ve romanları da bana hitap ediyor.
Son zamanlarda okuduğunuz ve beğendiğiniz birkaç kitap ismi verebilir misiniz?
En son Orhan Kemal’in Eskici ve Bereketli Topraklar Üzerinde adlı eserlerini tekrar okudum. Bana göre ikisi de Orhan Kemal’in ustalığının zirvesini gösteren başyapıtlardır. Bunlara ek olarak Ahmet Ümit’in Sis ve Gece adlı romanını okudum ve beğendim.
Bir başucu kitabınız var mı?
Tek bir başucu kitabından bahsetmem zor ama bir başucu kitaplığım var. Bu kitaplıkta Rus edebiyatı klasiklerim, Orhan Kemal romanlarım ve polisiye-cinai romanlarım yer alıyor.
Son olarak yeni projelerinizle ilgili buradan okuyucularınıza bir müjde verebilecek miyiz?
“Ben Türk”ten sonra şu an araştırma aşamasında olan bir iki yeni kitap projem var. Fakat onlar da sürpriz olsun.
Kaynak: Dünya Bizim
YORUMLAR